Tasarruflarımızın karşılığını nasıl alacağız?

Anaakım iktisatçıların finans alanında uzmanlaşmış bir bölümü, dört işleme dayalı matematik formülleri ve olağanüstü basitleştirmelerle bir hayır işi yapmak adına bilgilerini vatandaşlarla paylaşıyorlar. Bu dar nitelikteki finansal okuryazarlık ile, zenginlerin finansal gelirleri ise hep aynı doğrultuda artış gösteriyor. Aralarında bir nedensellikten bahsetmek daha kapsamlı araştırma gerektirse de, aynı koşulların ürünü oldukları görülüyor. 

Bu iktisatçıların niyetlerinin iyi olup olmadığını sorgulamak bize düşmez, belki de gerçekten yardımcı olmayı amaçlıyorlar. Öte yandan, hanehalklarının tasarruflarını değerlendirmeye yönelik hararetli arayışlarını bir ölçüde tatmin eden bilgi paylaşımları, TEDx konuşmaları misali cımbızla çekilmiş örnekler üzerinden bir hayal dünyası yaratıyor. Oysa sıfır toplamlı bir “oyun” olan ikincil piyasalarda ve kripto varlıklarda yapılan işlemlerin sayısındaki artış ancak “kasanın” daha çok kazanmasıyla sonuçlanıyor. Bundan sonrasını, somut bir örnek üzerinden ilerletelim.

SINIRLI RASYONELLİĞİN KAYNAĞI NEDİR?

Son günlerde sosyal medyada çokça paylaşılan bir yazıda, bir anaakım iktisatçımız mevduat faiziyle paranın reel anlamda değerlenmeyeceği gerçeğine dikkat çekiyor. Bu yazı ise, kendini “tasarruflarını değerlendirmeye” adamış ve finansal spekülasyonda uzmanlaşmaya çalışan sosyal medya hesaplarında bulutların üzerinde bir yere oturtuluyor. Oysa, reel faiz hesabının, nominal faizden enflasyonun çıkarılmasıyla yapılması gerektiği, karmaşık terimler kullanmadığınızda oldukça açık bir gerçektir. Örneğin enflasyon oranının yüzde 100 olduğu bir yerde, paranızı yüzde 20 mevduat faizi veren bir bankaya yatırmanın önümüzdeki yıl paranızın değerini düşüreceği açıktır. Bunu, bir ortaokul birinci sınıf öğrencisi de rahatlıkla hesaplayabilir. O halde, mevduat faizine para yatırılmasının sebebi vatandaşların dört işlem bilmemesi olamaz. Kimse, basit bir toplama çıkarma işlemi yapmadan kendine yatırım planı oluşturmaz. O yüzden buna yönelik uyarılar esasın gözden kaçmasına sebep olan ve aslında vatandaşlara hayal satan bir fazla-basitleştirmedir.

İnsanlar paralarının reel değerin düşmesi pahasına onu mevduat faizine yatırmayı seçtiklerinde, aslında reel değerin daha az düşeceği “en mümkün” ihtimali seçmiş olurlar. Zira ücretli çalışan vatandaşların, kötünün iyisini seçmesine sebep olan şey dört işlem bilgisi eksiği değil, vakit ve finansal piyasalardaki araçlara dair bilgi eksiğidir. İkincisi yine vakit eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu bilgi eksikliği, neoklasik varsayımın aksine “sınırlı rasyonellik” yaratır. Bu denli karmaşık finansal piyasa araçlarının olduğu dünyamızda, bu sınırlamayı aşmak için daha fazla vakte ihtiyacımız var. Öte yandan, bu vakit ücretli çalışan on milyonların cebinde bulunmuyor ve bulunmayacak. Zira dolar-borsa-kripto vurguncuları ve tefeciler, ücretli çalışanların ürettiği değerden gasp ettikleri miktarlarla sürekli kendilerine daha fazla boş zaman yaratarak, finansal araçlar üzerine uzmanlaşmalarını pekiştirmektedir. Dolayısıyla kesimler arasında enformasyon uçurumu sürekli açılmaktadır. Bu yüzden, birinin kazanması için diğerinin kaybetmesi gereken (sıfır toplamlı) bir piyasaya girerseniz, oluşan uçurum nedeniyle ücretlilerin sürekli kaybedeceği ortadadır. O halde sorun, sıfır toplamlı piyasaların çokluğundadır.

PARADAN PARA KAZANMA DEVRİ BİTTİ Mİ?

Aynı yazıda, mevduatların negatif reel faiz vermesi sonucunda “paradan para kazanma” devrinin bittiği vurgulanıyor. Oysa “paradan para kazananlar”, günlük dilde kullandığı biçimde, üç kuruşunu mevduat faizine yatıranları değil, dolar-borsa-kripto vurguncularını ve tefecileri temsil etmektedir. Paradan para kazanmak tabiri, çalışmadan yemeyi, ahlaksızlığı ve emeğin değerinin düşmesini temsil ediyor. Artan servet eşitsizliği ve bankaların, reel sektörü aşan dev karları gösteriyor ki, Türkiye bugün paradan para kazananların cennetine dönüşmüştür. Bugün bu yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Finansal piyasalar, Çin gibi özel ülkeler dışında, üretimi desteklemekten ziyade ona zenginliğin kırıntılarını koklatıyor. Nasıl bir fabrika, işçilerin ekmek kazanması için açılmıyorsa, finansal piyasalar da reel sektör canlansın diye çalışmıyor. 

KUMARHANEDE KİM KAZANIR?

Planlamanın olmadığı her yerde, Smith’in “görünmez el”inin aksine yıkıcı ve kaotik bir ortam doğuyor. Kar amacı, düzenlemelerle reel sektöre bağlanmayan finansal kurumlar sürekli yeni ve daha karmaşık finansal araçlarla, üretimde ortaya çıkarılan değerlerin daha büyük bölümünü kendine aktarıyor. Kapitalizmin ilerici evrelerinde, tasarruf sahipleri ile reel sektör girişimcilerini buluşturma işlevi üzerinden, ya da başka bir deyişle paranın reel sermayeye dönüşmesine aracı olma rolü üzerinden, kar eden finansal kurumlar; planlamanın olmamasıyla çıkarlarını reel sektörden kopartarak, sistemin “kumarhane kapitalizmine” dönüşmesine öncülük etti. Bu açıdan bireylerin tasarruflarının, planlama olmaksızın bu sisteme entegre edilmesi ancak zenginlerin daha fazla zenginleşmesi sonucunu doğurabilir.

ÇÖZÜM: FİNANS SEKTÖRÜNDE KAMUCU PLANLAMA

Demek ki finansal piyasalar ancak kamucu planlama yoluyla reel sektörü destekleyecek bir özelliği kazanabilir ve yine ancak bu koşullar altında vatandaşların bireysel tasarrufları gerçekten anlamlı gelirler üretebilir. İkinci olarak, finansal piyasalar ile reel sektör arasındaki bağların yeniden sıkılaştırılması, karmaşık finansal araçları azaltacağından, finans sektöründeki profesyonellerle vatandaşlar arasında oluşan enformasyon uçurumunu daraltabilecektir. Bu durumda vatandaşların seçimlerini “zarardan kar” elde etmeye yöneltmesine sebep olan (bilgi eksikliği sebebiyle rasyonel seçimleri sınırlayan) fırsat maliyetleri de düşecektir. Dolayısıyla vatandaşların tasarrufunun reel sektörle buluşmasının ve vatandaşların tasarruf ettikleri paraların karşılığını almasının tek yolu, kamucu planlama ile işleyen bir finansal sektördür. 

Kamucu planlamanın finans sektöründe uygulanmasına belirleyici olabilecek iki ana unsur bulunmaktadır. Birincisi, ülke içindeki finansal kurumların en büyüklerinin kamu mülkiyetinde bulunması; ikincisi ise, uluslararası spekülatif hareketlerden daha az etkilenmek için kambiyo kontrollerinin uygulanmasıdır. Ücretli çalışan vatandaşlar, ki bunlara kendi adına çalışanları ve emeklileri de eklemek gerekir, mevcut sistem içinde bireysel girişimleriyle, vakit ve onun etkisiyle doğan bilgi eksikliği dolayısıyla finansal piyasalara aktarılan gelirlerin ancak çok küçük bir kısmına erişebilir ve ancak zararlarını azaltabilirler. Ücretli çalışanların tasarruflarını değerlendirmesinin önünü açmak için, finansal piyasalarda kamucu planlamanın ve devlet mülkiyetinin hakim olması talebinin yükseltilmesi gerekir. Ücretli çalışanların, tasarruflarının karşılığını almalarının tek yolu budur.

NOT: Herkesin tasarruflarını nasıl değerlendireceğini araştırması doğal olarak bir haktır. Bugün, ücretlerin alım gücünün sürekli olarak gerilemesi ve üretici faaliyetlerin daha düşük kar marjlarıyla çalışması vatandaşları zorunlu olarak en doğru tasarruf aracını aramaya yöneltmektedir. Emek gücüyle kazanılan paranın değerini korumak, yanlış değildir bugün bir gereklilik haline gelmiştir. Yanlış olan, üretimden alın teriyle kazanılan paranın sürekli gerilemesi yoluyla, vatandaşlarımızı bu talihi arayışlara mecbur bırakan mevcut ekonomik sistemimizdir. Bu sistemde en iyi yatırım tavsiyelerini alanlara dahi, vurguncuların ve tefecilerin aldığı paydan ancak kırıntılar düşmektedir. Alın teriyle ortaya çıkartılan değerlerin, üreticisi tarafından sahiplenilmesi için ise, finansal sistemin yapısının değiştirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan vatandaşların yeni tasarruf yöntemleri arayışı içinde olması doğrudur. Hükümetin önemli görevlerinden biri de vatandaşları bu arayışta dezavantajlı konumdan kurtarmak ve tasarrufların tüm üretken sektörler ve üreticiler için en verimli şekilde kullanılmasını sağlayarak, tasarrufların karşılığının gerçek anlamda alınmasını garanti etmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir