Enflasyon kâr-ücret çatışmasının ürünüdür.

Ücretler emekçi-işveren ve emekçi-devlet arasında yapılan sözleşmelerle belirlenir.

Gerek ülkemizde gerekse dünyanın geri kalanında emek güçleri parçalanmış, sendikalar sarı sendikalara dönüşmüştür. Bu Türkiye’de daha büyük bir sorundur. Dolayısıyla ücret sözleşmelerinde emek tarafı zayıf ve organize değildir.

Buna karşın tekelci firmalar güçlü işveren sendikalarına sahiptir (TUSİAD, MÜSİAD). Öte yandan da devlet-hükümet de kendi ücretlerini belirlerken işveren için emsal oluşturacak ve onları kollayacak biçimde davranmaktadır.

Firmalar tekelci güçleri ile fiyatları belirleyebilmekte, enflasyon karşısında kâr marjlarını koruyucu hatta bunu fırsata çevirici biçimde fiyatlama yapabilmekte, olağanüstü kâr elde edebilmektedirler. Onların bu davranışı yüksek fiyatların bir sel gibi tüm ekonomiye yayılmasına neden olmaktadır.

Ücretler ise bu fiyatlama davranışlarının sonucu ortaya çıkan enflasyonu geriden takip etmekte ve zayıf organizasyona sahip oldukları için yüksek enflasyona karşı kendilerini koruyamamakta ve emek gelirleri erozyona uğramaktadır (aynı nedenlerden emekliler de mağdurdur, Türkiye’de daha çok mağdur).

Durum böyle iken politika yapıcı yüksek enflasyonun suçunu aşırı talebe ve ücret gelirlerine bağlamaktadır. Böyle yaparak gelir eşitsizliğini daha da büyütmekte ve asıl suçlunun daha da zenginleşmesine neden olmaktadır.

Bunu faiz ve vergi gibi iki bölüşüm değişkenini sermaye lehine kullanarak yapmakta, emekçilerden sermayeye (faiz yoluyla finansal sermayeye) servet aktarımında bulunmaktadır.

Bu politikanın sonu derin yoksulluk ve artan işsizlik iken enflasyona karşı başarı şansı yoktur. Zira daha fazla yoksul ve işsizlik yaratılarak enflasyonun düşürülmesi palyatiftir ve ekonomi politikası başarısı olamaz. Ekonomi politikasının amacı halkın refahını artırmak, refahı topluma adil biçimde dağıtmak ve makro istikrarı da sağlamak olmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir