İklim Bilimi Nedir?
İklim Bilimi; temelinde Jeolojik, Biyolojik, Kimyasal, Fiziksel Oşinografi olan ve ana hedefi, bir ülkenin geleceğine yönelik; enerji, tarım, balıkçılık ve su politikalarının belirlenebilmesi için gerekli bilgileri üretmektir. Bu nedenle bu bilim dalı “hobi” olarak yapılamaz. Diğer bir deyişle Meteoroloji günlük hava olayları ile uğraşırken iklim bilimciler çok uzun dönemde oluşabilecek hava olaylarını ve bu dönemleri avantaja dönüştürebilecek çalışmaları yaparlar.
İklimleri kimler çalışır?
Doktora konum “son 18 000 yıldaki iklimsel değişimlerdir” ve doktoramı Ege Denizi’nden aldığım sedimanlar üzerinde yaptım. Her bir kuru gram deniz sedimanında ortalama dörtyüzbin (400 000) fosil bulunur. Biz bu fosilleri inceleyerek, geçmişteki tüm doğa ile ilgili bilgileri saptayabiliriz. Zaten belgesellerde iklim konusunda konuşanlar da jeolojik ya da biyolojik oşinograflardır (deniz bilimciler). Ancak Türkiye’de bu konuda tıp, inşaat, çevre siyasal bilimciler vs. dahil hemen hemen hiç konuşmayan yok gibi. Atatürk’ün 1932 yılında söyleyip sonra da meşhur “ darülfünun reformuna” gittiği şu cümlesini hiç aklımızdan çıkarmayalım “Bilim Tercüme ile Değil Tetkikle yapılır”.
İklim Değişikliği Nedir?
İklimler her zaman birimi içinde ısınma ve soğuma dönemlerini sırayla yaşar. Yani optimum iklim diye bir şey söz konusu değildir. Hangi zaman birimini seçerseniz seçin seçtiğiniz bu zaman biriminde mutlaka bir ısınma ve bir soğuma dönemi vardır. Örneğin bir günü ele alırsak, gündüz 12’de sıcak gece 12’de soğuk ve gündüz 12’de yine sıcak olduğunu görürüz. Bunu bir yıl olarak ele alırsak yine aynıdır. Yaz aylarında sıcak, kış aylarında soğuk ve yaz aylarında yine sıcak. Bu süreyi isterseniz bir nanosalise alın ya da 100 bin yıl. Değişen bir şey olmaz ve seçtiğiniz her zaman biriminde mutlaka bir ısınma ve soğuma ile kaşılaşırsınız. Özetle iklimler, gerek çok uzun dönemlerde ve gerekse de en kısa zaman biriminde, sonsuz bir şekilde hep değişir. Yani iklimlerde optimum şartlar yoktur. Önemli olan her türlü şarta hazır olabilmektir.
Korkulması gereken küresel ısınma dönemleri değil küresel soğuma dönemleridir.
Çünkü iklimler, gerek uzun ve gerekse kısa dönemler içerisinde, küresel ısınma (yağmur çağı) ve küresel soğuma (kuraklık) döngüleri halinde değişim gösterirler. Bilimde küresel ısınma dönemlerine “yağmur çağı”, küresel soğuma dönemlerine de “buzul çağı” denir. Çünkü her bir derece sıcaklık artışında %2 gibi yağış artar. Örneğin İzmir’in yıllık ortalama yağışı 2000’lere kadar 690 kg civarında iken 2020’lerde 710 kg’lara çıkmıştır. Bunun nedeni küresel ısınmadır. Ki aynı şekilde Türkiye’de 1970’li yıllarda 20 milyon civarında olan orman alanımız da 23 milyon hektarlara yaklaşmıştır. Bunun nedeni de küresel ısınmanın şiddetlenmesidir. Küresel ısınmanın şiddetlendiği yıllarda, yağmur, orman alanı, tarım ürünlerinde verimlilik, balıkçılık artışı ile birlikte ekstrem hava olayları da artar. Ki tüm bunları, yaklaşık 25 yıldan bu yana hem yazılı hem de görsel basında 2020’lere kadar küresel ısınmanın şiddetlenerek devam edeceğini ve bu nedenle dünyada yağış, sel, hortum ve kasırga gibi ekstrem hava olaylarının da artacağını defalarca anlattım.
Yani küresel ısınmadan değil küresel soğumalardan korkalım. Küresel ısınmalar üretimi arttırır, verimliliği arttırır, suyumuzu arttırır. Ve 2022’li yıllardan sonra beklenen ciddi bir mini soğuma dönemi var, yani kuraklık, yani açlık dönemi geliyor. Özellikle Kuzey Avrupa’nın, tıpkı 1000’li yıllarda olduğu gibi buz tutmasının beklendiği bu dönem için tüm gelişmiş ülkeler, başta yaptıkları ve planladıkları nükleer santrallarla, su konusunda çıkardıkları ciddi kanunlarla, tohum ıslahları ile bu döneme hazırlanırken Türkiye’de hala “küresel sıcaklık küresel kuraklık getirir” cümlesi gerçekte Türkiye’deki “bilim kuraklığını” ne boyutlarda olduğunun göstergesidir.
İklimsel değişimlere yakın geçmişten örnekler.
İspanyol düşünür George Santaya’nın çok güzel bir sözü vardır “Geçmişini hatırlamayanların yazgılarında geçmişi yeniden yaşamak vardır”. Ama bizler maalesef yaşadığımız çok yakın geçmişimizi dahi hatırlamıyoruz.
Örneğin;
1960’lı yılların sonunda çok sıcak ve dolayısı ile çok yağışlı yıllar yaşamıştık. Ancak 1970’li yılların başında sıcaklıktaki sert düşüş sonucu çok ciddi bir kuraklık ile karşı karşıya kalmıştık. Su nedeni ile köyler arası silahlı çatışmalar çıkmıştı. İzmir’de Temmuz ve Ağustos aylarında, gün batımından sonra ceket ve kazak giymek zorunda kalmıştık.
1990’lı yıllara geldiğimizde, Pinatubo yanardağının da patlaması ile, ortalama sıcaklıklarda yine 0.5 derece gibi ciddi düşüş gerçekleşmiş ve yağışlar oldukça azalmıştı. Azalan yağışlar nedeni ile HES barajları boşalmış ve tarihimizde ilk kez Bulgaristan’dan elektrik satın almıştık. Rahmetli Levent Kırca’nın bu yıllarda yaptığı “olacak o kadar” skeçlerinde söz konusu 1990’lı yıllarda çektiğimiz susuzluk olduka fazla işlenmişti.
Ve yine 2007’li yıllarda ortalama sıcaklıkların yine oldukça düşmesi yağışları ve dolayısı ile tarım ürünlerinin düşmesine neden olmuştu. Ve yine o yıllarda buğday fiyatları dörde katlanmıştı.
Biraz daha yüzyılın başlarına gidersek 1929 yılında büyük kuraklık yaşanmış ve İstanbul Boğazı buz tutmuştu. Ki bu dönemdeki sıcaklık düşüşü ile oluşan kıtlık Atatürk’ün en büyük şansızlığıdır. Ve bugüne değin dünyanın en büyük borsa çöküşü de 1929 yılında gerçekleşmiştir. ABD’de aşırı kuraklık nedeni ile azalan tarımsal üretim tüm ekonomiyi vurmuştur.
Doğu Akdeniz’in “Verimli Hilal” bölgesinde hiç bitmeyen küresel satranç oyunu insanlık var oldukça, bölgenin su ve verimli tarım alanları nedeni ile devam edecektir.
İklimler sürekli değişim halindedirler, biraz tarihi dikkatli okursak dünyada zaman zaman tüm buzulların eridiği ya da tüm Kuzey Avrupayı buzulların kapladığı dönemleri görürüz. Son 18 000 yıldan bu yana majör dönem olarak küresel ısınmadayız ancak bu süreç içinde zaman zaman mini soğumalar da yaşadık, aynı zamanda şiddetli küresel ısınmalar da. Örneğin 900’lü yılların başında küresel sınma, tıpkı bugünkü gibi, şiddetlenmiş ve kuzeydeki buzullar erimişti. Viking’ler buzulların erimesi ile birlikte denize açılmışlar ve tarım yapabildikleri bir kara bulmuşlardı. Yerleştikleri bu kara parçasına da Görnland adını vermişlerdir (Görnland Yeşilkara demektir). Yani o dönemlerde Görnland’daki buzullar yoktu. Anak 1000’li yıllarda küresel ısınma yerini yeniden soğumaya bırakmış ve yeniden buzlanan bu adayı Vikingler’in çok büyük bir kısmı terkemişlerdir. Ve şiddetlenen soğuma sonucu tüm Kuzey Avrupa buz altında kalmış ve aç kalan insanlar Haçlı Ordularını kurarak Verimli Hilale (Anadolu, Mezopotamya, Nil Deltası) saldırmışlardır. Dünyada yazılı tarihin başlangıcı olan Gılgamış Destanından bugüne geçen 4700 yılda olan 15 bin savaş/göç/çatışmanın çok büyük nedeni soğuma sonucu oluşan kıtlıklardır. Özellikle Kuzey Yarımküredeki tüm savaşların “Verimli Hilalde” sonlanması bir rastlantı değildir. Çünkü her türlü iklimsel soğumada dahi bu bölgede, verimliliğin düşmesine karşın, insanları doyurabilecek tarımsal üretim olmuştur. Ve bu nedenle Doğu Akdeniz’deki küresel satranç oyunu insanlık var oldukça devam edecektir. Doğu Akdeniz işte bu nedenle dünyada ilklerin merkezidir. İlk savaş, ilk yazı, ilk para, ilk antlaşma, ilk kütüphane, ilk deniz araçları vs.vs. tüm ilklerin bu bölgede yaşanmıştır. Son yüzyılda bunlara enerji de eklenmiştir ancak enerji savaşları birkaç yüzyıl içinde sonlanacaktır.
İşte bu nedenle Tarım dünyada her zaman bir numaralı sektör olmaya, insanlık var oldukça, devam edecektir.
İklimsel değişiklikler her zaman olacaktır. Zaten iklimlerin değişmediği an yaşam sonlanacaktır. Bazen kurak bazen de yağışlı dönemleri sürekli yaşayacağız. Aslında insanoğlu binlerce yıldan beri iklimlerin sürekli değiştiğinin farkındadırlar. Yazılı kutsal kitaplarda da bunlar yer alır. Örneğin Kuran’da Yusuf Suresi 43-49.ayetler arası bu dönemleri anlatır. Kısaca özetlemek gerekirse, burada bahsi geçen 7 besili inek 7 yağışlı ve verimli yılı, 7 cılız inek de 7 kurak ve kıtlık yılını ifade ettiği belirtilmektedir. Buna çare olarak da verimli yıllardaki ürünü biraz biriktirip kurak dönemlerde tüketmeyi bulmuşlardır. Ve yine Hz.Yusuf ve Cengiz Han filmleri de hep iklimleri anlatır.
Ancak bizim şu an gerçek sorunumuz ise iklimsel değişimler değildir. Maalesef ülkemizde oluşturulmaya çalışılan bilim kuraklığıdır.
Türkiye’de henüz su sorunu yoktur. Su yönetimi sorunu vardır. Çünkü BM verilerine göre dünyada nüfusu her 45 yılda bir %100 artar ancak Türkiye’de bu oran %250’lere yaklaşmıştır. Nüfusumuz 1960 yılında 27 milyondan günümüzde 83 milyona gelmiştir. Sulanabilir tarım alanlarımız 1960’lı yıllarda 1.3 milyon hektardan günümüzde 5 milyon hektarı geçmiştir. Aynı şekilde su kullanan sanayimiz, 1960’lı yıllara göre çok artmıştır. Yani bu artışlara bu yağış artışının karşılaması mümkün değildir. İşte bu nedenle Türkiye’de su sorunu değil çok ciddi bir su yönetimi sorunu vardır.
İklimsel Değişimler için neler yapılmalı?
İklimler sürekli değişecektir. Bazen çok sert kuraklığı bazen de günümüzde olduğu gibi bol yağışlı yılları yaşayacağız. Ve bu nedenle her türlü iklimsel değişikliğe hazır olmamız gerekir.
1- Tarım için gerekli suların artık barajlardan kapalı sistemle tarlalara ulaştırılması ve tarlalalarda da damlama sulama sistemine geçilmesi gerekir. Çünkü gelişmiş ülkelerde suyun %40’ı tarımda kullanılırken Türkiye’de bu oran vahşi sulama nedeni ile %80 gibi devasa boyutlardadır.
Tarım ürün desenleri ve tohumları, iklimsel değişimlere göre, havzalar bazında devlet tarafından belirlenmelidir.
2- Yeraltı suları çok acilen denetim altına alınmalı ve kullanımı en üst akifer ile kısıtlanmalıdır. Bunun altındaki tüm akiferler devlete ait olmalı ve kurak dönemlere saklanmalıdır. Çünkü dünyanın en önemli doğal kaynakları yeraltı sularıdır. Ve son 60 yılın son bin yılın en yağışlı dönemini yaşadığımız da unutulmamalıdır. Çok büyük bir volkan patlaması ile bir anda oluşacak olan kuraklık ile baş etmenin tek çaresi yeraltı suları olacağı hiç akıllardan çıkarılmamalıdır. Her ne kadar bu konularda, özellikle 2012 sonrası planlama olarak ciddi adımlar atılmışsa da uygulamaya bir türlü geçilememiştir.
3- Şehirlerde kanalizasyon sistemleri ile yağmur sistemleri ayrılmalı ve toplanan
yağmur suları yeniden barajlara ya da yapılacak olan göletlere yönlendirilmelidir. Böylece önümüzdeki yıllarda da beklediğimiz kurak dönemde oluşacak olan su probleminin önüne geçilebilir.
4- Arıtma tesislerinden, özellikle Ege Bölgesi gibi dünyanın en verimli tarım alanlarına sahip bölgelerde, arıtılan sular yeniden tarıma yönlendirilmelidir.
5- Yeraltı barajlarının planlanması şarttır.
6- Türkiye’deki tüm suların tek elden yönetilmesi gerekmektedir.
7- Şehir şebekelerinde kayıp kaçak oranları düşürülmeli ve sular çok daha dikkatli kullanılmalıdır.
Özetle yağdı yağmadı konuşmalarını bir kenara bırakıp suyun verimli kullanımı, tarım ve balıkçılık için projeler üretmeliyiz. Tüm bunlara ek olarak da enerji konusunu da dikkatle ele almalıyız. Çünü bu kurak dönemde, tıpkı 1992’li yıllarda olduğu gibi HES’lerin devre dışı kalma olasılığı çok fazla.
Ve dünyamız halen 2022 sonrası beklenen şiddetli bir küresel soğumaya, diğer bir deyişle yağışların azalacağı, tarımsal üretimin ve balık avının azalacağı ve enerjiyi de olumsuz yönde etkileyecek olan bir kurak döneme doğru gidiyor. Ve şu an tüm gelişmiş ülkeler bu döneme hazırlanıyor.
İyi bir su ve tarım politakası ile Türkiye, 2022’den sonra beklenen bu mini soğuma (mini buzul) döneminde cari açığını çok rahatlıkla kapatabilir.
Zaten bu nüfus artışına hiç kuraklık oluşmasa dahi bu yönetimle su yetiştirilmesi mümkün değildir.
Şunu unutmayalım; gerek “Merkezi” ve gerekse “Yerel yönetimlerin” görevi ülkeyi her tür iklimsel değişime hazır etmektir. Ve bir an önce de STK’ların, bilimle hiç ilgisi olmayan ve aslında Türkiye’deki bilimsel kuraklığın da boyutlarını gösteren “küresel ısınma küresel kuraklık getirir” söylemlerini bir kenara bırakmaları gerekmektedir. Çünkü bu söylemleri merkezi ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını “ne yapalım küresel ısınma var” gibi, bilim dışı bir bahane ile üzerlerinden atmalarına neden olmaktadır.
Bu nedenle iklim konusunda;
“YAŞADIĞIMIZ OLUMSUZLUKLARIN NEDENİ DE TAKDİR’İ İLAHİ DEĞİL, TAKDİR’İ İDARİLERDİR”