Amerikan Merkez Bankası’nın faizleri sabit tutmasından cesaret alarak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu radikal bir hamle yaptı. Finansçıların bile beklentisinin üzerine çıkarak 200 baz puan ya da doğru tabirle yüzde 2 faiz arttırdı ve yüzde 19’u buldu.
Peki hesap ne? Çünkü bu tür bir faiz artışının reel sektörü daha çok köşeye sıkıştıracağı ve maliyetlerini arttıracağı, ödemelerle ilgili sıkıntıları büyüteceği, iç piyasayı da daraltacağı çok açık.
Merkez Bankası bu riskli kumarı oynarken, kötü bir tabir ama altın vuruş diye tarif edilen bir son çabaya girdi. Bunu söylemek çok yanıltıcı olmaz. Zira akıldaki hesapların tutmaması durumunda maliyeti çok yüksek ve kontrolün elden kaçacağı bir sürecin, faiz sarmalının da kapısını aralamış oldu.
Fakat bu hamleyi okumadan önce faiz kararıyla aynı gün açıklanan bir veriyi paylaşmak gerekiyor. Türkiye’nin uluslararası döviz pozisyon açığı… Son veriye göre toplamda eksi 392,4 milyar dolar açıkta bir ekonomiyiz.
Lakin kompozisyonu iyi okuduğunuzda varlıkların yüzde 2,3 arttığını, yükümlülüklerin de yüzde 0,9 oranında azaldığını görüyorsunuz. Bu ilk planda olumlu bir azalışı gösterse de, işin aslı, yurtiçinden dışarı paranın kaçtığını ve Türkiye’nin borç bulmakta da zorlandığını bize anlatıyor.
Demek ki Merkez Bankası 15-20 milyar dolar gelen paranın kalıcı olmadığını, serseri özelliğe sahip olduğunu ve sağlıklı bir dış para akışının ülkeye gelmeyeceğini biliyor. Bu hamleyi ise bir kurgunun üzerine oturtuyor.
Bunlardan birincisi Mayıs itibariyle enflasyonun düşüş eğilimine gireceği, bunun faiz üzerindeki baskıyı azaltacağı ve faiz düşüşüne ortam yaratacağı yönünde. Ama üretici ve tüketici fiyat endeksi arasında açılan makas, girdi maliyetlerinin yükselmesi, petrol varil fiyatının artması gibi etkenleri alt alta koyduğunuzda enflasyonda hesapların tutmayacağını söylemek mümkün.
Bunun önümüzdeki süreçte yeni bir faiz baskısını beraberinde getirmesi de kaçınılmaz. Yani hesabın birinci başlığında enflasyonda hedefler tutturulamazsa enflasyon, faiz, kur üçgeni içerisinde büyük bir açmaz ve baskı yaşanır.
İşte ikinci hamle ve beklenenin üzerinde faiz artışının bir anlamı da bu. Radikal bir sıkılaştırmaya yönelik gövde gösteriyle, yurtiçindeki döviz mevduatların umudu kaybederek çözüleceği hesaplanıyor olmalı.
Şayet bu hesaplar çözülür ve TL’ye dönüş hızlanırsa, süreçte dolar başta olmak üzere dövizin ucuz yollu rezervlere girmesiyle baskının azaltılması mümkün diye düşünülüyor. Elbette burada mağdur edilmek istenen de yerli tasarruf sahipleri. O da ayrı bir tartışma konusu.
Çünkü döviz mevduatına yönelenler, sadece tasarruf yapmak isteyen sıradan vatandaş değil. Bankalardan özel sektör firmalarına kadar döviz yükümlülükleri olanlar ağırlıkta.
Peki ya hesap tutmazsa… Yani döviz mevduatları istendiği oranda çözülmez ve enflasyon hesaplandığı gibi düşüşe geçmezse ne olur? Öncelikle kısa vadede ihtiyaç olan döviz talebi kuru yükseltir, kurdaki yükseklik enflasyona ekstra tetikleme yapar. Yükselen enflasyon da yeni taleple birlikte faizi patlatır. Tam bir kısır döngü.
Bu hesap tutar mı? Her şey o kadar kağıt üzerinde hesaplanıyor ki, zor gözüküyor. Daha önceki hamlelere rağmen çözülme 5 milyar doların içinde döndü dolaştı ve mevduatlar 230 milyar doların altına düşmedi.
Faize ve vurgun için gelen sıcak paraya rağmen sonuç alınamadı. Şimdi beklentinin üzerinde faiz arttırarak bu çözülme başarılamazsa büyük patlama olur. Üstelik tüm bu hesap normal şartlar altında vurgusu üzerine yapılıyor.
Eğer jeopolitik risklerden kaynaklanan baskıya ön almak anlamı taşımıyorsa, bir de üzerine yaptırımlardan bölgesel gelişmelere kadar onların riski binecek. Umut fakirin ekmeği demişler. Bu hesap tutar mı bilinmez.
Ama bu hesap bile Türkiye ekonomisinin ne boyutta bir kırılganlık içinde olduğu ve artık durumu kurtarmak için kumar masasına oturmak zorunda kaldığını net bir biçimde bize kanıtlıyor.